Çok Hızlı! (17) (Orhan 36 Y., Bursa)
Ertesi sabah
işyerine gittim. Nur dün ona aldığım kıyafetlerle, "Günaydın!"
dedi. Kahvemi Güzin yapıp getirdi. İkisini de karşıma
oturtup, iş bölümünü nasıl yapacaklarını sordum. Biraz
anlattılar. Müdahale edeceğim yerlerde ettim. Sonra da, "Kızlar
maalesef çıkmam lazım, Behiye hanımla arazi
bakacağız!" dedim. İkisinde de surat düştü...
Behiye abla ve
Fatma ile beraber araziye baktık. Çok beğendiler, hemen
kafalarındaki şekilleri anlattılar arazi üzerinde, mühendis
arkadaş yanımızdaydı zaten, hepsini not etti. Özellikle
arazinin etrafının duvarla örülmesi işi fena maliyet
tutacaktı. Ama Behiye abla yüksek duvar olmasını özellikle
istedi. 5 metre dedi, ama 3 metreye zor ikna ettim. İlave olarak araziye
giriş kapısının iki yan tarafına 2+1 olarak 3 adet
müştemilat yapılmasını istedi. Köy kuracaktı sanki. "Biri
Muhittin abine!" dedi göz kırpıp gülerek. Saat 16:00'da zor zar
evlerine bırakmak istedim, "Bugünlük beni mazur görün!" diyerek. Behiye abla gülerek,
"O zaman bizi Muhittin abine bırak!" dedi.
Umurumda değildi.
Onları
bırakıp büroya gittim. Güzin beni görünce, o gün gelen kiraları
ne yapacağımızı sordu. "Bankaya yatır!"
dedim. Gözlerimin içine baktı ama bezgin bir yüz ifadesiyle. Ona, "Ben
de şimdi emlakçıya gideceğim, sen parayı yatır gel,
ilk günden Nur yalnız kalmasın büroda!" dedim. Güzin
paraları toplayıp gönülsüzce çıktı.
Güzin daha köşeyi
dönmeden Nur kapımdaydı. Ben masadan kalktım, Nur koşarak
geldi, sarıldık, "Aşkım çok özledim!" dedi. "Git
kapıyı kilitle hayatım!" dedim. Kapıyı
kilitledikten sonra elinden tutup gizli kapıdan arka daireye geçtik.
Yanıma koltuğa oturttum. Elele gözgöze bir saate yakın küçük
dokunuşlarla tıpkı liseli aşıklar gibi
oynaştık koltukta. Bugün onunla sevişmek değil, sadece
seyretmek, konuşmak istiyordum. Hayaller kurup konuştuk.
İkimizin de boşanması ve gerekirse herşeyden, herkesten
uzaklaşıp başka bir şehirde yeni bir hayat kurmak ta
vardı hayallerimizde.
Kimsenin bilmediği
bir şey daha vardı. İnşaat esnasında elektronikçi
arkadaşıma tüm odalara gizli kameralar yerleştirtmiştim. 24
saat ses ve görüntü kaydı yapıyor, bunu şifresini sadece benim
bildiğim bulutta topluyordu. Sıva altından enerji kabloları
geçirilmişti, kimse mercekleri göremeyecek şekilde yerleştirilmişti
kameralar. Hem de değişik açılardan odaları alan birden
fazla kamera. Bunu yarın öbürgün ters giden bişeyler olursa diye
garanti olarak yapmıştım. Bunları gösterip Behiye abladan
yüklü bir ayrılma hediyesi bile koparabilirdim. Aksi halde de, arabamla
birlikte, bankadaki para büyümüş 250.000 Dolar gibi bir rakama
ulaşmıştı.
Bu arada Güzin bankadan
gelmiş, Nur'a mesaj atıyordu, "Nerdesin?" diye. Nur usulca
çıkıp lavabodan çıkar gibi yapıp Güzin'e kapıyı
açtı. "Lavaboya gitmem lazımdı, büro boş, giren
çıkan olmasın diye kilitledim!" dedi. Güzin, "Orhan nerde?"
dedi. "Gitti, sen çıktıktan hemen sonra!" dedi Nur. Güzin, "Eee,
arabası burda?" dedi. Nur da, "Emlakçı arabasıyla gelip
aldı!" dedi. Bunun üzerine emlakçıyı aradım, arka
kapıdan aldı beni. Arazi sahibini de çağırdık,
konuştuk anlaştık, tapudan randevu alındı.
İşlemler başladı. Akşam arabamı alıp direk
eve gittim, Merve, Sevgi ve Güzin'in mesajlarına rağmen.
Evde karım,
kayıpederlerin evdeki mobilyaları değiştirmek
istediğini, bizim İnegöl'deki satış mağazasına
gidip bakmak istediklerini söyledi. "Tamam, sabah ararım patronunu,
gider bakarsınız!" dedim. Karıma dokunmak istemiyordum, ama
karım sürtününce görev icabı sikip yattım.
Ertesi gün tapuda,
bankada işler vardı. Genel vekaletle arazi ile ilgili işlemleri
hallettik. Öğleden sonra bir mimarla görüştük. Sonra bir havuz
firması ile, mimar, mühendis ve havuz firması gereken detay
planları çizecek haber vereceklerdi. Hepsi birlikte, "Detayları
akşam yemeğinde konuşalım." dediler. Tüm gün büroya
uğramamıştım, ama, "Tamam!" dedim.
Karımı
aradım, ulaşılamıyor. Kayınpederi aradım,
ulaşılamıyor. Kayınvalideyi aradım. Bir adam açtı
telefonu. "Kimsiniz?" dedim. "Ben Polis memuru..." dedi. O
an başımdan kaynar sular döküldü. Daha iki dakika önce telefonuna bakan
mimar, "İnegöl'de tır kırmızı
ışıkta bekleyen arabaların arasına
dalmış!" dedikten sonra aklıma düşüp karımı
aramıştım...
15 gündür işe
güce gitmiyor, evde boş boş oturup, duvarlara bakıyordum.
Tır arkadan gelip arabayı ikiye bölmüş. Sağ arka koltukta
pusetinde uyuyan kızım ile ön sağ koltukta oturan kaynanam küçük
çiziklerle kurtulurken, sol tarafı altına katıp katlaya katlaya
başka arabaların üstüne yığmış, karım ve
kayınpeder tanınmayacak halde vefat etmişti.
Kayınvalide
cenazeler vesaireden sonra kızımla kendi evindeyken, ben de kendi evimde perdeler
kapalı, içki ve mezeyle, duş bile almadan, seyrettiğim amerikan
filmlerinde kendini kaybetmiş alkolikler gibi perişandım.
Karımı çok sevdiğimden değildi. Nur ile hayaller
kurduğumuz günün ertesinde karımın ölmesi suçluluk duymama,
kendimi kötü hissetmeme neden oluyordu...
Cenazeden sonraki
gün tüm ısrarlı çalışlarına rağmen ben kapıyı
açmayınca, Behiye abla çilingir çağırıp
açtırmış, kapının kilidini değiştirtmiş,
hemen hemen hergün uğruyorlar, ama beni genelde sarhoş ya da
sızmış buluyorlardı. Behiye abla, Fatma, Sevgi ile Hikmet,
Nur, Güzin, Dr. Ahmet ve Merve, hatta bir keresinde Muhittin abi bile geldi
diye hatırlıyorum. Ya sarhoş oluyordum, ya da yarı
sızmış.
Kazadan sonra 3
hafta falan geçmişti herhalde. Behiye abla geldi. Birkaç saat
sızdıktan sonra kalkmıştim ve tekrar içmeye
başlamıştım. Neden böyle davrandığımı,
hayatın devam ettiğini, kızım için toparlanmam
gerektiğini... hepsinin söylediği klasik şeyleri
anlatıyordu. Sanırım dolup taşmıştım. Ona, (Nur
kısmını anlatmadan) kazadan bir gün önce, boşanmayı
düşündüğümü, suçluluk duyduğumu anlattım ağlayarak.
Bir yere telefon etti, sanırım Dr. Ahmet'e,
tanıdığı önereceği bir psikolog sordu. Sonra da, "Eve
gönder gelsin, ama bugün gelsin!" deyip telefonu kapattı. Sonra
ortalığı toplayıp, beni zorla banyoya sokup güzelce
yıkadı.
Birkaç kez
telefonu çaldı, konuştu. Ben içki ararken, hepsini lavaboya
döktüğünü söyledi. Dökse ne olur ki, tek telefonla
yığıyordu kapıya, tekel bayisi benim gibi müşterisi mi
vardı sanki. Bir saat sonra kapı çaldı.
Tanımadığım bir erkek sesi. Psikolog eve geldi, para nelere
kadirdi. Behiye abla diğer odalarla uğraşırken, adam 2
saate yakın hiç bakmadığım açıları anlatıp,
beni biraz olsun toparladı.
Ertesi gün
işe başladım, ama 4-5 seans sonra ancak
eski Orhan olma yoluna girdim. O arada ilginç bir telefon aldım. Birisi
benimle görüşmek istiyordu, İstanbul'da bilinen bir inşaat
firmasının sahibi. Ertesi gün için randevulaştık. Ulus'ta binanın
önüne gittiğimde kapıdaki görevli bayan direk bir yere telefon etti.
Bir güvenlik görevlisi beni en üst kata çıkardı. Bir sekreter
karşılayıp, kocaman bir ofise aldı beni. Karşımda
40-45 yaşlarında biri. Tokalaşıp tanıştık.
"Orhan bey, bundan
15 yıl önce ben bir firmada şantiye şefiyken bir fabrika
inşa ediyorduk İnegöl'de, orada tanıştım rahmetliyle,
bana çok güvendi, çalışmamdan etkilendi, bana bu inşaat
şirketini kurdurdu, ilk birkaç yıl işleri toparlayana kadar da
destek oldu. Resmen ortak da olmadı. O yat kazası olduğunda ben
yurtdışı şantiyelerinden birindeydim. Dönünce kadın
acılı diye annesini arayamadım. Sonraki aramalarımda da
kendimi ne kadar anlatsam da anlamadı. İki kez evine gittim. Tanımadığı
için içeri de almadı, anlatamadım kendimi, en son avukatlarıma
dedim, bulun kim ilgileniyor rahmetlinin işleriyle diye, ancak 6 ay önce
buldular Behiye hanımın izini. Ama ben hesabı kitabı
çıkarsın bizimkiler diye beklerken iki büyük proje
daha aldık. Sonrasında senin kaybını öğrendim, ancak
bu güne dek sallanıp kaldı mevzu!" dedi.
Ben
anlattıklarını düşünürken, telefon edip birilerini
çağırdı. "Şimdi! Bizim rahmetliyle yazılı
olmayan bir anlaşmamız vardı, her yıl
çağırır, kazancın yüzde 50'sini verirdim. Ona her zaman
müteşekkirim, firma sürdüğü sürece benden sonra bile bu para size
ödenecek. Behiye hanım ile telefonda konuştum herşeyi, size
aktarmamızı rica etti!" dedi. (Behiye abla bana bir şey
söylememişti).
Birileri geldi,
sunumlar yaptılar. Dünyanın çeşitli yerlerindeki şantiyeler
vs. son 3 yılın bilançoları, en sonda da bir rakam belirdi sunum
ekranında. 32 milyon Dolar! "Bu sizin hakedişiniz, banka hesap
numarası vereceksiniz, bunun vergisi algısı hepsi halledildi, bu
net rakam, resmi kılıf işini finansman yöneticileri halledecek. Siz
hesap numarası vereceksiniz sadece!" dedi...
Yolda dönerken halen
inanamıyordum. Bir yıl önce bir fabrikada muhasebeciydim. Evet
maaşım iyiydi de, 3 asgari ücret kadardı. Şimdi milyon Dolarlar
gelip geçiyordu elimden. Akşam Behiyeye gidip durumu anlattım. Behiye
abla, "Bak işte, sen Tanrının sevdiği kulusun ki,
yağdırıyor!" dedi.
Aklıma gelen bir
fıkra içimi biraz burksa da güldüm. (Adam milli piyangodan büyük ikramiye
kazanmış, Ankara'ya almaya giderken kayınçosu telefon etmiş,
"Enişte nerdesin, ablam vefat etti!" diye. Adam da, "Yüce Tanrım,
verdikçe veriyor!" demiş.)
[Orhan]
« Çok Hızlı Tüm Bölümleri
|